Eski evimizin bahçesi;
üç, dört ağaç, bir kaç çiçekten ibaretti,
sahipsiz, kendi halinde, Allah’a emanetti.
Taş yığınları arasında bir çıkıştı,
belki çaresiz bir bakış, kaçıştı.
Bahçenin tam ortasında bir ağaç vardı,
gelir pencereme kadar uzanırdı.
Müdavimi bir çift kumru,
her gün çeşit, çeşit kuşlar uğrardı.
Başkalarını bilmem ama
benim baktığım yerden
benim için önemliydi, farklı bir yaşamdı.
Bilmezdim ne ağacı olduğunu,
bilmezdim o kuşlar nerden gelir, nereye giderdi,
beni ilgilendiren her gün gelmeleriydi.
Ağaç siper, kuşlar coşku, heyecan, aşktı belki,
mutlu olurdum izlerken onları…
Neyse uzatmayalım,
hangi yıldı hatırlamıyorum,
bahar geldi, yaz geldi
ama ağaç çiçek vermedi, yeşermedi.
Neticede ağacı kesmeye karar verdiler
direndim ama beni de dinlemediler.
Bir akşam bakınca penceremden
gördüm ki ağaç gitmişti elden,
eser kalmamıştı kuşlardan, müdavimlerden.
Sıvaları dökük karşı binayı gördüm
ağacın yeller esen yerinden
kapadım pencereyi, çektim perdeleri, çekiş o çekiş…
Başkalarını bilemem ama
o ağaç önemliydi benim için, benim baktığım yerden.
Ağaç haklıydı, kim bilir neden kurudu?
Adamlar haklıydı, ağaç kurudu kestiler.
Kuşlar haklı olarak çekip gittiler.
Ben de haklıydım, bakışımı, kaçışımı engellediler.
E peki kim haksızdı?
Azcık düşününce onu da buldum kendimce.
Ağaç haksızdı, kurumamalıydı.
Adamlar haksızdı, ağacı kurutmamalıydı.
Ben de haksızdım, sadece baktım ve ona kaçtım,
kökünü, gövdesini, adını bile merak etmedim.
Sonunda ben haksızı pek bulamadım
ama haklıyı buldum galiba; kuşlar ve müdavimler,
onlar tekrar, tekrar geldiler, hep geldiler
fakat konacak, şakıyacak dal bulamayınca
tedirgin, mahzun ve ürkek çekip gittiler…
2003
Kızım da, oğlum da o evde doğdular. Kızıma ilk oyuncağını aldığım gün dün gibi aklımda. Hoş bir müzik eşliğinde dönen rengarenk balıklar. Daireden izin alıp gitmiştim ona bu ilk oyuncağını almaya. Ne heyecandı, nasıl gençtim. Kızımın doğumunu heyecanla bekliyorduk hastanede. Doğum biraz gecikmişti. Sonra iki hemşire asansöre yöneldi. Birinin avuçlarında yeşil hastane bezleri vardı. Ne oluyor falan demeye kalmadan o yeşil bezlerin içinde bir bebek olduğunu fark edince ben de kendimi asansöre atıverdim. Sonra sağ yanıma dönüp hemşirenin avuçlarındaki yavruma korkarak baktım. O an hala cinsiyetini bilmiyordum. Bu ne dedim galiba, ya da buna benzer bir şey söyledim, kız ama pek de küçük dedi hemşire. Kalemle çizilmiş gibi bir yüzü vardı. Çok güzeldi… Sonra çabucak büyüdü, büyüdükçe ona hayranlığım arttı. 4 yıl sonra kardeşi doğdu. Onun doğumu sabah ekenden oldu. Hastabakıcı bana iltimas geçip oğlumu getirdi içerden bana gösterdi. Kara kuru bir bebekti. O da küçüktü ablası kadar olmasa da. Eski evimiz, çoluk çocuğa karışıp aile olduğumuz evimiz. Annemle babam oturuyor hala o evde, onların eviydi zaten. Annem babam iyice yaşlandılar. Bizim yaşlarda epeyce oldu. Ne günler geçti o evde. Sevinçler, mutluluklar, kavgalar kimi hüzünler. Hey gidi günler hey… Üst katımızda bir bey otururdu. Bir vesileyle tanıştık, sevdik kendisini. Komik biriydi, iyi ahbap olduk. Bir gün yukarı evine davet etti beni. ilk kez bir üstümdeki daireye gidişimdi. Pencerenin önünde oturduk, orada şaşırarak fark ettim ki aynı bahçe de, karşımızdaki apartman da ve gökyüzü de öyle farklı görünüyordu ki inanamadım. Ve o ağaç onun dairesinden bambaşka bir ağaçtı sanki. Başka gözlerden kendimizin kim bilir kaç farklı görüntüsü, yüzü vardır demek ki bu durumda. Bakış açısı çok, görüş çok ama doğru birdir. Doğruyu, doğruları bulabilmek, doğru dosdoğru olabilmek çok önemli ama kolay mı?
Zaviye Farkı
Her gün
gidip geldiğim
yollardan,
gördüğüm insanlardan
ki bir gün
gitmesem veya gelmesem
ya da görmesem
sanki dünyamı duracak?
Her gün baktığım
bana en yakın ağaç
ve bana en uzak dağdan
ki bir gün bakmasam
sanki ağaç dağa kaçıp
dağ ağaca benimi soracak?
ibaret değil
elbette yaşam.
Kaldı ki
onlara bakışım
hep aynı açıdan.
Kim bilir?
ben nasıl görünüyorumdur
oralardan…
2004
Bekir Mutlu Gökcesu
Bu şiirin/yazının her türlü telif hakkı şairin/yazarın kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.