Merdivenlerde kabanını çıkarmaya başladı. Kaşkolünü boynundan hızla çekip kabanın sol cebine sokuşturdu. Kapıya geldiğinde bir eliyle ceplerinde anahtarlarını aranırken diğer eliyle bir beden küçük gömleğinin düğmesini çözmeye, sıkışmaktan katlanan boğazını yakanın cenderesinden kurtarmaya çalışıyordu. Sanki üzerinde yüzlerce cep, gizli bölme varmış da yeni bir keşif yapmışçasına sevinerek anahtarlarını buldu, kapıyı açıp girdi. Her defasında dönüp eve gelmek ne güzel diye düşündü. Her gün koşarak çıktığım evime koşarak dönmek, dağınıklığıma, yalnızlığıma, hayaller kurduğum, kimi ağlayıp kimi güldüğüm evime dönmek. Şu sabırsız kış akşamları ne de çabuk iniyordu güne ve upuzun geceler de kifayetsizdi hayli, okumaya, yazmaya ve düşler kurmaya. Bu soğuk ve koyu şehrin bir köşesinde riyadan uzak bir evcikte, adeta kabuğuna saklanmak ne kadar doğruydu acaba? İnsan oradan hayata ne kadar karışabilir, savaşabilir ve yarışabilirdi? İdealleri vardı önceleri dünyayı düzeltmek gibi, sonra buna inancı kalmayınca belki de küçük mutluluklarına sarıldı, okumak istedi, her şeyi okumak, anlamak. Bir gün yazmak belki, en büyük hayaliydi. Yazmak derken, hep yazdı, şiirler yazdı, öyküler yazdı. Hayali bunları paylaşmaktı bir gün. Evine girerken ki tez canlılığına güldü. Zira boynunda sallapati kravatı, gömleğinin aksine bir beden büyük ceketi hala üzerindeydi. Hoş ev de soğuktu epeyce. Yatağı sabah bıraktığı gibi duruyordu. Kapısını çalan olmazdı, bu bazen onu üzüyordu. Ama o insanlarla arasına öyle bir set çekmişti ki kimileri burnu büyük, kimseleri beğenmeyen biri diye düşünüyor olabilirlerdi muhtemelen onu. Oysa fazlasıyla merhametli ve sevgi dolu olduğuna inanmıştı hep. Bazen kendisini fazla önemsediğini düşündüğü de oluyordu. Daha sıradan, herkese laf atan, her fırsatta komşularla haşır neşir olan, geceleri arkadaşlarıyla çıkan biri olsa daha mı iyi olurdu acaba? Neyse ne dedi, açlığını hissetti, dolapta bulduğu iki yumurtayı gözüne kestirdiği sırada telefon çaldı. Koştu açana kadar telefon kapandı. O’muydu acaba arayan, başka kim olabilirdi ki her gün bu saatlerde. Biraz da bu değil miydi koşarak eve gelme nedeni, neden kapamak zorunda kalmıştı, yoksa konuşamayacaklar mıydı bu akşam? Başka şehirlerde, bambaşka yaşamlarda nasıl ve neden kesişmişti yolları. Böyle uzak ve ümitsiz aslında. Pencereden dışarı baktı, pus vardı havada ve ıslaktı yol. Az önce geldiği yolu ilk kez görüyormuş gibi dalıp gitti. Sonra üşüyen ellerini dudaklarına yaklaştırıp nefesiyle ısıtmaya çalışırken, bir fısıltı duyar gibi oldu. Aniden dönüp etrafı, eşyaları dikkatle süzmeye başladı. Derken duvardaki tabloya takıldı gözleri ve öylece kalakaldı…
Bir yol var; iki yanı sık ağaçlar…
Yağmur kokusu havada, sanki yağmur arkası da kar, ya sabah oluyor ya da akşam, belli belirsiz anlaşılmıyor ışıksız bir gün duvardaki resimde… Ben akşam niyetine ve illaki sana kavuşacağım diye girmiş bulundum tablonun içine. Yol boyu ilerledim gözlerimle, yol iyice daralıyor ileride, epeyce yürüdüm, üşüdüm de fakat dönmek olmaz artık böyle bir günde. Mutlaka beni bekliyor olmalısın önüme çıkacak ilk kulübede… 2003 |
Bir Kadın ve Bir Adam
Bir kadın
ve bir adam,
uzak diyarlarda…
Şehirler, şehirler vardı
aralarında…
Bir kadın
ve bir adam
aynı rüyalarda,
nehirler, nehirler aktı
aralarında…
Bir kadın
ve bir adam
farklı dünyalarda…
Tek bir gök vardı
aralarında…
Bir aşk düştü ortalarına…
kayboldular
uzayın sonsuzluğunda…
Bir kadın
ve bir adam
hiç olmadı aslında…
2004
Bekir Mutlu Gökcesu
Bu şiirin/yazının her türlü telif hakkı şairin/yazarın kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.